top of page

Niçin İbadet Edilir?

İbadet; Allah’a saygı göstermek, onun buyruklarını yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. İbadet yapmakla Allah’a olan sevgi, saygı, inanç ve bağlılığımızı ortaya koymuş oluruz.

Kur’an, ibadet konusu üzerinde önemle durur. Bir ayette “…Rabb’inize ibadet edin ve iyi işler yapın ki kurtuluşa eresiniz.” buyrulmaktadır. Namazlarda okunan, “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” ayetiyle de ibadetin sadece Allah için yapılması gerektiği ifade edilmektedir.

Namaz, oruç, hac ve zekât İslam’ın temel ibadetlerindendir. Bunların zamanı ve yapılış şekli dinimizce belirlenmiştir.

İbadetler bunlarla sınırlı değildir. İnsanın inancı gereği Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için kulluk bilinciyle yaptığı her olumlu ve faydalı davranış ibadet sayılır. Örneğin Kur’an okumak, dua etmek, Peygamberimize salavat getirmek, çalışmak, iyiliği özendirmek, kötülüğe engel olmak ve güler yüzlü olmak birer ibadettir. Ayrıca Allah’ın yasakladığı her türlü davranıştan kaçınmak da ibadettir.

Hiçbir ibadet başka bir ibadetin yerini tutmaz. Bu nedenle inanan insan, namazını kılıp orucunu tuttuğu gibi çalışmak ve yardım etmek gibi güzel davranışları da ihmal etmemelidir.

İbadet, Allah emrettiği için yapılır. Allah, “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize kulluk ediniz…” buyurarak insanların kendisine ibadet etmelerini istemektedir. Bu durumda Müslüman olan herkes, Allah’ın istediklerini yapmalı, istemediği şeylerden de uzak durmalıdır.

Allah’ın, kullarının yaptığı ibadete ihtiyacı yoktur. Ancak kulların kendilerini ve âlemi yaratan Allah’a ibadet etmeleri kulluk vazifesidir. İbadetlerin bireysel ve toplumsal pek çok yararı vardır. Örneğin namaz kötülüklerden uzaklaştırır, cemaatle namaz kılmak birlik ve beraberlik duygularını pekiştirir, zekât dayanışmayı sağlar. İbadet eden insan, Allah’ın buyruğuna uymuş ve sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Böylece Allah’ın sevgisini kazanır ve onu memnun eder. Allah’ın kendisine kulluk edenlere ödül olarak hazırladığı cennete de layık olur.

İnsan, ibadeti niçin yapar ve bu ibadet ona ne kazandırır? Bu iki sorunun cevabı bu âyette şöyle veriliyor: “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz.”

Âyetteki, "sizi ve sizden öncekileri yaratan" ibaresi, Rabbin sıfatıdır. Bu sıfatı bir an için düşünmediğimizde, âyet-i kerime, “Rabbinize ibadet ediniz.”şeklinde karşımıza çıkar. Demek ki ibadetin sebebi, Rabbimizin bizi terbiye etmiş olmasıdır. Rabbe, ibadet edilir.

Bu kutsi vazifeyi idrak edebilelim diye Allah, vicdanımıza bazı işaretler koymuş. Babamıza itaat etmeyi vicdanî bir görev sayıyoruz. Niçin? Babamız olduğu için. Annemize isyandan sakınıyoruz. Niçin? Annemiz olduğu için.

İşte âyet-i kerime bizim vicdanımıza hitap ediyor ve “Rabbinize ibadet edin.” diye emrediyor. Çünkü sizi O terbiye etmiştir. Babanızın yediği gıdayı beyaz kan hâline O getirmiş, sizi ana rahminde bir nutfe olarak rahim duvarına O yapıştırmış ve oradaki dokuz aylık terbiyenizi safha safha hep O icra etmiştir. Şimdi ise bir başka rahimdesiniz: Kâinat... Burada da sizi terbiye eden, besleyen, büyüten, yedirip içiren ancak Odur.

Allah’ın bir ismi “Rab”dir ve her şeyi O terbiye etmiştir. İnsan ise abddir, kuldur; her şeyiyle Allah’ın terbiyesinden geçmiştir. Aklımızı anlamaya, kalbimizi sevmeye, hafızamı ezberlemeye, elimizi tutmaya, ayaklarımızı yürümeye, ciğerimizi solunuma, midemizi sindirime, aklımızı anlamaya elverişli tarzda terbiye eden Allah’tır. Öyle ise biz Rabbimizin bu rakamlara sığmaz terbiye tecellilerine karşı edebimizi takınmak mecburiyetindeyiz.

Nefsimize takılan ve etrafımızı çepeçevre kuşatan bu kadar ihsana karşı Ona gereği gibi şükredememenin mahcubiyetini, ruhumuzun tâ derinliklerinde hissederek seve seve ibadet etmeliyiz. .

İşte Rabbine karşı şükür borcunu böylesine hisseden, idrak eden insan Kur’an’ın “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin.”, “Namazı ikame edin.”, “Ramazan ayında oruç tutun.” gibi emirlerini dinleyince aradığını bulmanın huzuruna erer.

İbadet için, “Abd ile mâbud arasında en yüksek ve lâtif nispet ancak ibadettir.” (İşârât-ül İ’caz) buyruluyor. Yâni, insan ibadet sayesinde, “Ben Allah’ın kuluyum, Onun mahlûkuyum, bu dünyada Onun misafiriyim ve öldükten sonra da, inşallah, Onun saadet yurdu olan Cennete gideceğim.” diyebiliyor. Bu ise insan ruhu için en büyük bir zevk kaynağıdır.

Günlük hayatında bütün işlerini kul olmanın şuuruyla hep helâl dairesinde geçiren insan, belli vakitlerde Rabbinin huzurunda el bağlıyor. Ona, yine Onun emrettiği biçimde ibadetini takdim ediyor.

Âcizliğini, fakirliğini ve zilletini tam hisseden bir insanın kalbi Rabbine karşı derin bir mahcubiyetle dolar. Bu iç burukluğuna “inkisar” deniliyor. Ve İmam-ı Rabbani Hazretleri

“İbadet, tezellül ve inkisardan ibarettir.”

buyurarak bu hâli ibadetin temeli, esası sayıyor.

“Niçin ibadet ediyoruz?” sorusu, beraberinde iki soruyu birlikte getiriyor. Daha doğrusu, bu sorunun içinde iki ayrı soru saklı:

– İbadet etmemizin sebebi, illeti nedir?
– İbadet etmemizin hikmeti, faydası nedir?

Bazıları bu soruyu sadece ikinci mânâyı kastederek sorarlar. Birinci ve en önemli noktayı unuturlar. Bunun neticesi olarak hikmet sahasında kendilerince birtakım faydalar sıralar ve bu faydaların başka yollarla da elde edilebileceğini ileri sürerek, ibadeti reddedici bir tavra girerler.

İllet, ibadet yapmamızı gerekli kılan ana sebeptir. Hikmet ise yaptığımız ibadetten hâsıl olan faydadır.

Dünya işlerinden bir misal: Anadolu’dan İstanbul’a gelen bir tüccarın bu seyahatinin illeti “ticaret”tir. Hikmeti ise daha çok zengin olmak ve dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmek. Buna göre söz konusu şahsa, “İstanbul’a niçin gidiyorsun?” desek, “zengin olmaya” diye cevap vermez. Bu, hikmete ait bir cevaptır ve yerinde değildir. Sorumuzun cevabı “ticaret yapmaya” şeklinde gelmelidir. Böyle bir cevap illete aittir ve isabetlidir.

O hâlde, “Niçin ibadet ediyorsun?” şeklindeki bir sorunun cevabı da “Rabbim emrettiği için.” şeklinde olacaktır. Bu emri tutmanın gerek dünyada, gerek âhirette pek çok da faydası vardır. Ama ibadet bu faydalar için yapılmaz; bunlar meselenin hikmet yönüdür.

Abdin işi ibadettir; emir dinlemek, yasaklardan sakınmaktır. Kula kulluk yaraşır. İbadetini bu şuurla yapan bir kuluna Rabbinin yapacağı ihsanlar, ikramlar ve cennette vereceği dereceler, ibadetin hikmet yönüdür.

İslâm’ın her emri ve yasağı bu hakikatten haber veriyor. Bunlardan sadece birkaç misâl verelim:

Meselâ, oruç tutmanın tıp yönünden birçok faydaları var. Bütün bu faydalar orucun hikmet yönüdür. “Oruç niçin tutulur?” sorusunun cevabı, sanıldığı gibi bu faydalar değildir. Oruç, Allah’ın bir emri olduğu için tutulur. Bu ibadetin belli bir ayı vardır: Ramazan. Ramazan dışında on ay nafile oruç tutsak da Ramazan’da tutmasak, bu ibadeti yerine getirmiş olmayız. Eğer mesele sadece orucun hikmet yönü, yâni faydaları olsa, bu ikinci hâlde fayda on katına çıkmıştır, ama farz olan oruç hâlâ tutulmamıştır.

Yine orucun belli bir başlama ve bitiş vakti vardır. Orucumuza imsakten hemen sonra başlayıp, iftarımızı yatsıdan birkaç saat sonra yapsak orucumuz makbul olmaz. Daha fazla bir süre aç kalmışızdır, ama oruç tutmamışızdır. Hikmet fazlasıyla tamam olsa bile, illet kaybolduğundan ibadetimiz makbul sayılmaz.

Oruç, tıbbî faydaları için tutulmadığı gibi, içki içmek de tıbbî zararları için haram değildir. “Niçin içki içmiyorsun?” sorusunun cevabı, “Allah yasakladığı için.” şeklinde verilecektir. Ve ancak bu takdirde içki içmemek ibadet olur, takva olur ve insanı Rabbine yaklaştırır. İçki içmemekte esas olan, bedeni ve aklı korumak değil, bir İlâhî yasaktan kaçınmaktır. İllet budur; diğerleri ise içki içmemenin hikmetleridir, faydalarıdır.

Bilirsiniz, kendi kendine ölen yahut darbe ile öldürülen bir koyunun etini yemek haramdır. Bu noktada birtakım tıbbî veya biyolojik izahlar getirilebilir. Bütün bunlar, meselenin hikmet yönüdür. Bunlar sayılıp dökülürken şu husus unutulur: “Pekâlâ, Allah’tan başkasının ismiyle kesilen bir hayvanı yemek niçin haramdır?”

Bu soruya ne cevap verilecektir? Kesilmekse kesilmiş, kan akmaksa akmıştır. Demek ki işin esası, hayvan kesmenin tıbbî faydaları değildir. Esas olan, insanın kulluk şuurundan ayrılmaması, Allah namına hareket etmesidir. Keserken Onun ismiyle kesmesi, yiyip içerken Onun ismiyle başlaması, giyinip kuşanırken de yine Onun kulu olduğunu unutmamasıdır.

Sözün özü: Rahman ve Rahîm Rabbimizin bütün emirlerinde bizim için nice faydalar vardır. Ama, biz ibadetimizi bu faydalar için değil, Onun emrini gözeterek ve rızasını umarak yaparız.

NİÇİN İBADET ETMELİYİZ? (makale)
Sevgili arkadaşlar, bu soru hangimize sorulsa, büyük çoğunluk “Allah’ın cc. emri olduğu için” diyecek, ve devamla “Rabbim beni her hangi bir mahluk olarak yaratabilirdi, fakat mahlukatın en şereflisi, akıllı ve şuurlu bir insan olarak yarattı. Aynı zamanda beni Kendisini bilen ve itaat eden bir imanla ve İslamla şereflendirdi, bununla beraber sonsuz güzellikteki nimetleriyle beni devamlı rızıklandırmaktadır onun şükrünü eda etmek için” diyecektir.
Aişe (r. Anha) şöyle dedi: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona: “Yâ Resûlallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun?” dedim. Bana cevaben: "Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı?" diye buyurdu. (Buhari, Müslim, Tirmizi)

Sonra bir kısmı “Cennete girmek için, veya cehennemden kurtulmak için”, yine belki bazıları da şu anda aklımıza gelmeyen daha birçok şeyler diyebileceklerini zannediyorum. Nasip olursa bu soru üzerinde ayet ve hadislere hep beraber bir göz atarak, aklımızı ve kalbimizi biraz daha tatmin edecek bir fikir jimnastiği yapalım İnşallah. Lütfen ayet ve hadisleri dikkatlice okuyalım….

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Cebrail (a.s.) dan haber vererek buyurdular ki: “Allah’ü Teala Cennet ve Cehennemi yarattığında Cebraili Cennete gönderdi. “Git cennete bak, cennetlikler için neler hazırladığımı gör." buyurdu. Cebrail, bütün o ziynet ve ihtişamıyla Cenneti görünce: “Ya Rabbi bunu gören veya işiten bir kimse bundan geri kalmaz” dedi. Bundan sonra cennetin etrafını bir takım engellerle, (nefse hoş gelmeyen ibadetlerle namaz, oruç, hac, zekat gibi) kuşattı. Allah’ü Teala Cebrail’e: “Şimdi git, orayı gör bakalım” diye buyurdu. Bu kez Cennetin etrafındaki engelleri gören Cebrail: “Ya Rabbi, korkarım ki bu engelleri aşıp kimse cennete giremeyecektir. Hidayet ettiklerin müstesna” dedi.

Allah’ü Teala bu kez de, ona cehenneme bakmasını emretti. Cehennemi gören Cebrail: “Ya Rabbi aklı başında olan hiçbir kimse buraya yaklaşmaz” dedi. Allah’ü Teala bu kez de cehennemin etrafını süslü ve yaldızlı şeylerle süsleyip, Cebrail’e, oraya tekrar bakmasını emretti. Cehennemin etrafında ki bu çekici şeyleri Cebrail görünce: (insanların nefislerine uyup, bu zevkli ama günahlı haram ve mekruh şeylere muhakkak kapılacaklarını sezdi) ve dedi ki: “Ya Rabbi korkarım ki bundan kimse kurtulamaz, ancak senin rahmetinin eriştikleri müstesna” dedi. (Ebu Davut) 

Sevgili arkadaşlar, bu hadisi şerifi dikkatle incelersek, insanların cennete veya cehenneme girmelerine sebep olacak amellerin, Cenabı Hak tarafından bir dünya imtihanı olarak emredildiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu hadise gibi yaşadığımız şu dünya hayatında dahi şartlar aynen bunun gibi değilmidir? Kendisine güzel bir gelecek hazırlamayı düşünen talebelerin durumu da aynıdır, ileride iyi bir meslek sahibi olmak isteyenler, başkaları zevk ve sefa içinde yaşarlarken, onlar gece gündüz, c.tesi pazar demeden harıl harıl ders çalışmıyorlarmı? Kaldı ki, kısacık bir dünya hayatında çekilen zahmete bir bakınız, birde ebedi ve sonsuz bir hayat için konulan şartlara bir bakınız, dünya ile kıyas ettiğinizde ne kadar az kalmaktadır. 

Hadisi şeriften de anlaşıldığı gibi, cennetin etrafı namaz, oruç, hac, zekat gibi fiili ibadetlerle, ayrıca haram ve mekruhlar gibi yasaklarla çevrilidir. Bunlar bir bakıma cehennemi haletlerdir, çünkü cennete girenlere ne dünyadaki gibi ibadet külfeti vardır, nede haram ve yasaklar vardır, onlar dünya imtihanının bir parçası olduğu için, dünyada kalmıştır. 

Hz. Ali (r.a.) dan şöyle rivayet olundu “Cennet ehli cennete girince bir melek gelerek: “Rabbiniz kendisini ziyaret etmenizi emrediyor” der. Hemen cennet ehli toplanırlar. Bunun üzerine Allah (c.c) Davud (a.s.)’a emreder. Davud peygamber hemen yüksek ve güzel sesiyle tesbih ve Kelime-i Tevhid okur. Sonra cennet sofrası kurulur. Dinleyenler: “Ya Rasulallah! Cennet sofrası nedir?” Dediler. Şöyle cevap verdi: “Cennet sofrası o kadar büyüktür ki, köşelerinden biri doğu ile batı arasından daha büyüktür. Yemekten sonra içecekler içerler. Daha sonra kendilerine elbiseler giydirilir. Bunun üzerine: “Rabbinizin cemaline bakmaktan başka bir şey kalmadı” deyince, Allah cc. onlara tecelli eder.

Rablerinin cemalini gören cennet ehli hemen secdeye kapanırlar da onlara:
“Amel ve ibadet yurdunda değilsiniz, siz ancak mükafat yurdundasınız, başınızı kaldırın” denilir. "İzzet ve Azametine ve yüce makamına yemin ederiz ki Seni layıkıyla takdir edemedik. Sana karşı kulluğumuzu gerektiği gibi yapamadık. Bize izin ver sana secde edelim deyince.” Rableri onlara buyurur ki: “Ben sizden ibadet zahmetini kaldırdım, vücutlarınızı rahata kavuşturdum. Zaten siz dünyada uzun uzun ibadetle onu oldukça yormuştunuz, alınlarınızı benim için secdeye koymuştunuz. Şu anda ise siz Benim Kerem ve Rahmetime koşup gelmiş bulunuyorsunuz. Öyleyse dileyin Benden dileyeceğinizi!’ İstediklerinizi vereyim dileklerinizi yerine getireyim. Çünkü bu gün Ben sizi sadece amellerinize göre değil. Fakat bu gün sizi Rahmetime Şerefime, Kuvvet ve Azametime, Yüce Makamıma ve Şanıma yaraşır şekilde mükafatlandıracağım.” (Hafız el-Münzir c.7 384)

Yukarıdaki hadise binaen cennette namaz, oruç ve diğer ibadetler olmadığı beyan edilmiştir, fakat cennetinde kendine has bir takım manevi lezzetleri vardır. Nasıl ki birçok ayet ve hadislerde, meleklerin gıdalarının Cenabı Hakkı tespih ve takdis etmeleri ifade edildiği gibi, cennete girmeleri nasip olan insan oğlunun da, yeme içme gibi zevklerinden başka aynen melaikei kiram gibi, tespih ve tahmidlerden sonsuz bir zevk alacakları buyurulmuştur. 
“Cennet ehlinin kalpleri bir tek kalp olarak çarpar, hepsi de sabah-akşam Allah'ı (c.c.) tespih ederler.” (Buharî, Bed'u'l-Halk, 8) diye ifade edilmiştir. Bu hadisten kaynaklanan iki soruya da şöyle cevap verilebilir:

Hadiste söz konusu olan tespih, cennette zorunlu olarak yapılması gereken bir görev değildir. Cennet ehli bunu, çok yakından tanıdıkları, sonsuz lütuf ve ikramlarını gördükleri Rablerine karşı büyük bir lezzet ve keyif alarak içten duydukları vicdanî bir hazla yapacaklardır. Nitekim, Müslim'in bir rivayetinde “Cennet ehline nefes alma işinin ilham edilmesi gibi tespih ve tekbir ilham edilecektir.” (Müslim, cennet, 18-19) denilmiştir. Nefes almak ne kadar zevkli ise, cennette Allah'ı (c.c.) tespih etmek de o kadar zevklidir. 

“Sabır göstererek, namazı vesile ederek Allah’tan yardım dileyin. Gerçi bu çok zor bir iştir, fakat içi saygı ile ürperenlere değil.” Bakara/45 
Aşağıdaki ayetlerde dünya hayatında Cenabı Hakkın emirlerine uymayıp dünyada kibirlenerek secde etmeyenlerin, namaz kılmayanların ve diğer ibadetleri yapmayanların sonunun cehennemde diz üstü ve sürünerek nasıl azap görecekleri ifade edilmiştir. 

“Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin ki size karşılık vereyim. Zira Bana ibadet, yani dua etmeyi kibirlerine yediremeyenler, zelil ve rezil olarak cehenneme gireceklerdir." Mümin/60
“Gözleri yerde, kendilerini zillet kaplamıştır. Halbuki dünyada bedenleri sağlam, azaları salim iken de secdeye dâvet edilirler, ama bunu yapmazlardı.” Kalem/43
“Haydin, içinde devamlı kalmak üzere cehennem kapılarından girin. Kibirlilerin yeri, ne kötü bir yerdir!” Mümin/76 
“Sonra Allah’ı sayıp fenalıklardan sakınan muttakileri kurtararak zalimleri dizüstü çökmüş vaziyette orada bırakacağız.” Meryem/72
“O gün cehennemde yüzleri üstü süründürülürler ve kendilerine: “Tadın cehennemin dokunmasını!” denilir.” Kamer/48
“Böyle yapmakla Biz onlara haksızlık etmedik, ama asıl kendileri öz canlarına zulmettiler.” Zuhruf/76 

Dünya hayatında Cenabı Hakkın emirlerine ve yasaklarına uyanlara ise verilecek ebedi ve muhteşem cennet hayatını ifade eden yüzlerce ayetten bir kaçına bakalım İnşallah.

“Allah mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedî kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vaad etti. Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar! Hepsinden âlası ise Allah’ın kendilerinden razı olmasıdır. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur” Tevbe/72
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise o gün gölgeliklerde, pınar başlarındadırlar. Arzu ettikleri her türlü meyveyi bulurlar. Dünyada yaptıklarınızdan ötürü âfiyetle yiyin, için! Biz iyi hareket edenleri işte böyle ödüllendiririz.” Mürselat/41-42-43-44

“Haydi siz de, eşleriniz de neş’e dolu olarak buyurun cennete!” “Altın tepsi ve kâselerle kendilerine ikram eden hizmetçiler, etraflarında fır döner. Hülasa orada canınız ne isterse, gözleriniz hangi manzaralardan hoşlanırsa hepsi var! Hem siz burada devamlı kalacaksınız.” Zuhruf/70-71 
”(Onların mükâfatları) Adn cennetleridir. Oraya girerler, orada altın bilezikler, incilerle süslenirler, elbiseleri de ipektendir.” Fatır/33

“İşte dünyada yaptığınız makbul işlerden dolayı vârisi yapıldığınız cennet!. Size orada, istediğiniz şekilde yiyeceğiniz her türlü meyve vardır.” Zuhruf /72-73
“Canlarının istediği kuş etleri...” Vakıa/21 
“Dalbastı kirazlar, Dolgun salkımlı muzlar, Yayılmış gölgeler, Şarıl şarıl akan sular, Tükenmeyen, eksilmeyen, hiçbir surette esirgenmeyen birçok meyveler içindedirler.” Vakıa/28…..33

Cennet ehlinin bu ihtişamlı yaşaması ve arzu ettikleri her şeyin anında kendilerine ikram edilmesine karşılık, dünyada Cenabı Hakkın “oruç tutun” emrine uymayan cehennem ehlinin acıktıklarında ve susadıklarında kendilerine verilenlere de bir bakalım İnşallah.

“Cehennemlikler cennetliklere: “Ne olur, lütfen suyunuzdan, Allah’ın size nasip ettiği nimetlerden biraz da bize gönderin!” diye seslenirler. Onlar da: “Allah bunları kâfirlere haram etmiştir, bunlar kâfirlere yasaktır.” diye cevap verirler.” Araf/50

“Şimdi iyi düşünün.” buyurur Yüce Allah, “Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık. O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!. İşte o zalimler bunları yer ve karınlarını tıka basa doldururlar. Zakkum yemeğinin üstüne, barsakları parçalayan irin karışık kaynar su içerler.” Saffat/62-63-64-65-66-67

“Yorgundur, bitkin mi bitkindir!. Kızgın ateşe girerler. Susayınca kaynar su kaynayan bir çeşmeden içerler. Yiyecekleri sadece bir dikenden ibarettir. Bu diken ne besleyicidir, ne de açlığı giderir.” Gaşiye/3-4-5-6-7
“Kaynar su nasıl fokurdarsa, o da erimiş maden gibi karınlarında fokurdar.” Duhan/45-46 

“Zakkum ağacının meyvesinden yiyecek, Karınlarınızı onunla dolduracak, Üstüne de kaynar su içeceksiniz!, Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi saldırarak içeceksiniz, İşte hesap gününde onlara ikram edilecek ziyafet!” Vakıa/52-53-54-55-56
“N’olurdu, ölüm her şeyi bitirmiş olaydı!. Servetim, malım bana fayda etmedi!. Bütün gücüm, iktidarım yok oldu gitti!” Hakka/27-28-29

“Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.” Müddesir/47
“Orada ne bir serinlik, ne bir içecek tadarlar.” Nebe/24
“Artık kim azdıysa, Ahireti unutup dünya zevkini tercih ettiyse, Onun varacağı yer, olsa olsa cehennemdir!” Naziat/37-38-39
“Cehennem bekçisine şöyle feryat ederler: “Malik! Ne olur, tükendik artık! Rabbin canımızı alsın, bitirsin işimizi!” O da: “Ölüp kurtulmak yok, ebedî kalacaksınız burada” der.” Zuhruf/77

“Hesap vermeyi yalan sayanların vay hallerine!” Mütaffifin/11
“Kendilerine ayetlerimiz okunduğunda: “Bunlar, eski devirde yaşamış insanların masalları!” diyenlerdir.” Mütaffifin/13
“Kendilerine nasihat edildiğinde uyarmaları dikkate almazlar.” Saffat/13
“Allah Teâla onlara şöyle buyurur: “Ayetlerim size okunur da siz onları yalan sayardınız değil mi?” Müminun/105

“Ve cehennemin getirildiği gün... İnsan işi anlar o gün! Ama anlamasının ne faydası var o gün!. Keşke sağlığımda bu hayatım için hazırlık yapsaydım” der.” Fecr/23-24
“Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin hallerini hatırlarını soracaklar: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen? Onlar şöyle cevap verecekler: “Biz namaz kılanlardan değildik.” Müddesir/40-41-42-43
“Bu beyler, bu öğütle yetinmeyip üstelik her biri kendisine mahsus özel kitap, özel ferman isterler!. Hayır! onlar aslında ahiret endişesi taşımazlar. Hayır! Gerçekten bu bir öğüttür, bir uyarıdır. Dileyen onu okur, düşünür ve ders alır.” Müddesir/52-53-54-55

Sevgili kardeşlerim, Kur’an da bulunan yüzlerce cehennem ayetlerinden çok azını sizlerle paylaşmış olduk. Bu ayetlere bakarak hala bu yalan ve sanal dünya hayatında ebedi kalacakmışız gibi, sorumsuzca sanki bizleri ilgilendirmeyen konulardan bahsediliyormuşçasına davranmak akıl karı olmadığını lütfen anlayalım. Ve bir an önce kendimizi ve sevdiklerimizi Rabbimizin istediği güzel kullar arasına girmeye niyet ederek, yeni bir hayata başlayalım derim. 

bottom of page